SHERLOCK GİBİ DÜŞÜNMEK
BÖLÜM 1: SEN BİR BEYİNSİN SHERLOCK
“Seni akıl yürütürken dinlediğimde” dedi Dr. Watson, “konu bana da o kadar komik derecede basit geliyor ki, bunu kendim de rahatça yapabilirmişim gibi hissediyorum, oysa bana izlediğin yolu tamamen izah edene kadar muhakemenin her bir aşamasında afallayıp kalıyorum. Hâlbuki ben de gözlerimin seninkiler kadar iyi gördüğünden eminim.” Holmes, bir sigara yakıp kendini koltuğa atarken, “Elbette” dedi. “Sen de görüyorsun ama gözlem yapmıyorsun. Aradaki fark ortada.”
Beynimizi Keşfettiren Dedektif
Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli dedektifi Sherlock Holmes’ü bilmeyen yoktur. İskoçyalı yazar Sir Arthur Conan Doyle’un yarattığı bu kahramanın, yardımcısı Dr. Watson ile yaşadığı maceralar dört roman ve elli altı etkileyici hikâyede anlatılmaktadır. Sherlock’un maceraları defalarca sinemaya uyarlandı. Ancak bunların belki de en farklısı BBC tarafından televizyona uyarlanan ve her bölümü bir sinema filmi tadındaki Sherlock dizisi oldu. Benim de tek solukta izlediğim bu dizinin en çok etkilendiğim tarafı, Sherlock’un olayları çözümlerken kullandığı yöntemlerin beyin temelli çalışma prensipleriyle bizlere sunuluyor olmasıydı. Peki, Sherlock karakteri geçmişten bugüne bize neden bu kadar ilginç geliyor?
Sherlock Holmes, Bir İsimden Fazlasıdır
Sir Arthur Conan Doyle, 22 Mayıs 1859 yılında İskoçya Birleşik Krallıkta dünyaya geldi. Edinburgh Üniversitesinde tıp eğitimi alan Doyle, eğitimine devam ederken kısa hikâyeler yazmaya başladı. İlk önemli eseri 1887 yılında basılmış olan "Kızıl Dosya" isimli hikâyeydi. Bu hikâye, Sherlock Holmes'un ilk kez göründüğü hikâye olma özelliğini taşımaktadır. Aslında Holmes’un adı bile belki de bu işin başından beri sadece bir dedektif hikâyesi olmasının ötesindeki derinliği temsil ediyordu. Conan Doyle’un bu ismi, çocukluğundaki idollerinden biri olan filozof Dr. Oliver Wendell Holmes’e ithafen seçmiş olması kuvvetle muhtemel görülüyor. Bununla birlikte, Holmes karakteri de Conan Doyle’un akıl hocası olan ve gözlem yeteneğiyle tanınmış Dr. Joseph Bell’den örnek alınmış. Nitekim Conan Doyle bir mektubunda Dr. Bell’e şöyle yazmış: “Sizin de öğrencilerinize aşıladığınızı duyduğum tümdengelim, çıkarım ve gözlem yöntemlerinin çerçevesinde, olayı götürebildiği kadar ileri götüren hatta sık sık sınırları zorlayan bir adam yaratmaya çalıştım…” İşte tam da burada, gözlem, tümdengelim ve çıkarım yoluyla Sherlock’u diğer dedektiflerden farklı kılan ve beynimizi etkin kullanmada bizlere de ilham olabilecek şeyin özüne ulaşmış oluyoruz. Yaptığı işi “Bilimsel Bir Düşünce Metoduna” dönüştüren bir dedektif.
Zihnin Bilimsel Metodu
Sherlock Holmes’un olayları çözerken sunduğu şey yalnızca basit bir çözümleme yöntemi değil. Başlı başına bir düşünme biçimi. Suçları çözümlemenin ötesine geçen bilimsel bir metottan doğmuş, son derece güçlü bir düşünce modeli hatta bir varoluş biçimi olarak hizmet edebilecek bir yaklaşım. Varoluş biçimi diyebiliriz çünkü çocukluğumuzda çok ufak yaştan itibaren bilgiyi arama ve inşa etmeye yönelik gelişmiş bir mekanizmaya sahibiz. Aslında çocukluğumuzda hepimiz her an yeni şeyler keşfetmenin heyecanını duyan birer bilim insanıydık. Ama ardı arkası kesilmeyen “Neden? ve Niçin?” sorularımızın tek nedeni merak değildir. Küçük bilim insanı olmamızın en önemli nedeni keşfetmek için kullandığımız yöntemdir. Bebekler dünyaya geldiklerinde basit olan yerine karmaşık olana bakar. Doğduğumuz andan itibaren, soyut, karmaşık temsiller oluşturabilme yeteneğine sahibiz. Birbirinden karmaşık olaylara ilgi duyan bu yönümüzle küçüklüğümüzde belki de hepimiz birer Sherlock’tuk.
Sen de Görüyorsun Ama Gözlem Yapmıyorsun
Sherlock, işe en temel bilgilerle başlamamızı öneriyor. Bilimsel metot, en sıradan olan şeyle başlar; “gözlem”. İlk önce, neyi gözlemleyeceğimizi ve nasıl gözlemleyeceğimizi bilmiyorsak onunla ilgili bir varsayım geliştiremeyiz. Sherlock, bu süreçte önyargıların muhakeme yeteneğini zayıflatmasına izin vermemek gerektiğini söylüyordu. Önyargısız bir gözleme dikkat çekiyordu. Gözlem ve deney konusunda da çocuklar bu işe doğuştan yeteneklidir. Hatta gözlemledikleri veriler için en makul açıklamaya uygun kuram ve modeller oluştururlar.
Eğitimsiz Beynin Tuzakları
Beynimiz, kişinin düşündüğü ve inandığı doğrultuda çalışır. Yani, önce inanırız sonra sorgularız. Son derece hızlı ilerleyen ve karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. Bununla başa çıkabilmek için de evrimsel süreçte de hayatta kalmamızı sağlayan bazı kısa yollara ihtiyacımız var. Başka türlü ifade edersek, beynimiz ilk bakışta her şeyi hazır gelen cevabın daima doğru olduğu bir doğru / yanlış testi olarak görür. Doğru modunda kalmak çaba gerektirmez ve kolay olanıdır. Cevabı yanlış olarak değiştirmek ise; mücadele, zaman ve enerji ister. Sherlock Holmes gibi düşünebilmek için öncelikle dünyaya bakış şeklimizi sınırlayan birtakım doğal dirençleri aşmamız gerekir. Peki, bunu nasıl başarabiliriz? Zor ama imkânsız değil. Yeter ki doğru bir çalışma yöntemiyle ilerleyelim. Tıpkı kendi çalışma yöntemini şu sözlerle özetleyen Sherlock’un dediği gibi:
“İmkânsız olanı elediğinde, her ne kadar olasılık dışı gibi görünse de, elinde kalan gerçektir.”
Not: “Sherlock Gibi Düşünmek” üçlemesinden oluşan yazımın devamında yol haritasına ilişkin bilgiler paylaşmaya devam edeceğim. Bir sonraki bölüm: “Beynimizin Çatı Katı.”
Fikret Aslanyürek
ErkinŞahinöz Akademi Danışmanı