DEĞİŞEN KUŞAKLAR KARŞISINDA YALIN ÜRETİM
1800’lü yıllarda Teknoloji 1.0 ile başlayan dönüşüm, dünya nüfusundaki hızlı artış olmasaydı Teknoloji 4.0’a ulaşabilir miydi? 1800’lü yıllarda 1 milyar olan dünya nüfusu 1951 yılında 2,5 milyara, 1986 yılında 5 milyara ve bugün 7,8 milyara ulaşmamış olsaydı sanayide böyle bir gelişime ihtiyaç duyulur muydu? Ya da bu yönde Ar-Ge yapılır mıydı?
Bu döngüyü hızla artan insan nufusu ile birlikte çoğulcu yaşamdaki davranış şekilleri belirledi. Hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılama gereksinimi mevcut sitemlerin sonunu getirdi. İnsan yaşamını şekillendiren sosyal değerler bu dönüşümün lokomotifi oldu. Artan talep ve şekillenen ihtiyaçlar arz tarafının iş bölümüne dayalı elektrik enerjisinin sanayiye uyarlamasını mecbur kıldı. İş bölümü yapamayan, kritik yol diyagramını simüle edemeyen yapılar, işini uzman takım çalışması ile bant sistemi şeklinde yapan işletmeler karşısında yok oldu. Bahse konu eğilimler seri üretime geçilmesini mecbur kıldı. Zaman boyutu artık üretimin ana bileşeni ve en belirleyici kavramı haline geldi. Artık dikiş yapan terziler artan talebi karşılayamayacaktı.
Zamanın parasal değeri yaşamımızın her alanına girmiş durumda. Aslında Ford fabrikaları tarafından başlatıldığı bilinen bant sistemi seklindeki üretim, Cincinati’de bir hayvan kesim mezbahasında başladı. Ayaklarından asılan hayvanların her bir parçasını işlemek için uzman kişilerin önüne gelen bir konveyör sistemi oluşturuldu. Ford fabrikaları bu yöntemi bant sistemine uyarlayarak otomobilde kitlesel üretime geçme başarısını yakaladı.
Artan nüfus ile birlikte yaşam felsefesi de değişiyordu. Toplum ve kültür çeşitliliği arttı ve buna bağlı olarak buharlı lokomotifin başını çektiği endüstri, artık elektrik enerjisi ile çalışan, daha hızlı ve daha değişken bir yapıya dönüştü. 1960’lı yıllara gelindiğinde nüfus 3 milyara ulaşmıştı ve sosyalleşmenin değiştirdiği ve genişlettiği ihtiyaç listesini artık insanlarla ve onların kullandığı makinelerle karşılamak mümkün değildi. İnsan inisiyatifi dışında hata yapmayan akıllı makinelere ihtiyaç duyuldu. Aksi halde geleneksel yöntemlerle bu kadar insanı beslemenin ve barındırmanın imkânı yoktu. 1960’ta 3 miyar olan nüfus 1970’te 4 milyara ulaşmıştı. İşte o zaman programlanabilen, zamanı daha iyi ve doğru kullanan makineleri tasarlamak zorunda kaldı insan. Biliyordu ki sanayi, her 10 yılda 1 milyar artacak bir talep ile karşı karşıya idi.
Teknoloji yalnızca talebi karşılamakla kalmadı, insan ihtiyaçlarını ve yaşam şeklini de değiştirdi. Makineleri programlayan kişiler sanayinin ihtiyaçlarını planlarken bireysel insan faktörünün de planlanması gerektiğine inandılar. Ve dijital teknoloji hayatımızı yönetmeye başladı. 1960 yıllarında sadece iş ve ev arasında geçen yaşam, 1970’lerde Ay’a gitmeye kadar uzandı. 1980’lerde başlayan iletişim çağı hayatımızı hızlı bir şekilde 15 cm’lik ekrana sığdırdı. Dijital dönüşüm insanların toplumsal yaşamdan bireysel yaşama geçmesine yol açtı.
Şimdi ne ile karşı karşıyayız? Z kuşağı… Her ihtiyacını dijital ortamdaki seçenekler ile karşılayabilen, ilişki kurmaya ihtiyaç duymayan, çabuk sıkılan ve rutin işlerde çalışmak istemeyen zaman ve şekil konusunda özgürlüğüne düşkün bir kuşağı konuşuyoruz. Z kuşağının rutin işlerde çalışmasını beklemek hayal olurdu. O halde ayakta kalmanın tek yolu YALIN ÜRETİM’e geçmektir. Bu değişimi yapamayanlar, fabrikalarında ya da topraklarında çalışacak insan bulamayacaklar ve yok olacaklar.
Artan nufus ve değişken demografik yapı bizi bu değişime, yalın düşünceye ve yalın üretime mecbur bırakıyor.
“Mükemmelliğe, eklenecek bir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey kalmadığında ulaşılır.”
Hüseyin Gümüştekin
ErkinŞahinöz Akademi Danışmanı
Abdullah Uşak
08 Temmuz 2020Kaleminize ve yüreğinize sağlık Hüseyin bey çok güzel ifade etmişsiniz Temsa Komatsu daki anlatimlarinizi hatırladım tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim